top of page
Ara

HAGB KARARLARININ NİTELİĞİ, HUKUK DAVALARINA ETKİSİ VE İNSAN HAKLARI AÇISINDAN DEĞERLENDİRİLMESİ

HAGB KARARLARININ NİTELİĞİ


Hükmün açıklamasının geri bırakılması, sanık hakkında hükmolunan cezanın belli bir denetim süresi içerisinde sonuç doğurmaması, denetim süresi boyunca kasıtlı bir suç işlenmez ve yükümlülüklere uygun davranılırsa, ceza kararının ortadan kaldırılmasına ve davanın düşmesine yol açan bir cezanın bireyselleştirilmesi kurumudur. HAGB kurumunda, ortada sonuç doğuracak bir mahkeme hükmü bulunmamaktadır. Yani mahkeme, hukuk sisteminde sonuç doğuracak şekilde kararını henüz açıklamamış, açıklamayı geri bırakmıştır. Bir başka anlatımla, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilen durumlarda, sanığın suçlu olduğu konusunda ulaşılmış bir vicdani kanaat bulunmakta ve bu kanaat, “kasten yeni bir suç işlenmemesi” şartına bağlı olarak hüküm ifade etmektedir. Mahkeme, her ne kadar sanığın suçlu olduğu konusunda bir kanaate ulaşmış ise de, bu kanaat bir hüküm olarak açıklanmamaktadır, HAGB uygulamasında, mahkûmiyet hükmünün hukuki sonucu sayılan ceza yoktur. Bu “yok” kasten yeni bir işlenip denetim hali bozulursa “var”a dönebilir. Fakat gelecekteki bu yeni suç şu an yoktur, sadece muhtemeldir.


Kanunun gerekçesinde HAGB uygulaması şu şekilde savunulmuştur; “Hâkim, sanığın suçluluk ve kusurluluğunu saptamakla beraber cezaya hükmetmeyi geri bırakmakta ve onu belirli bir süre içerisinde denetim altında tutmaktadır. Davranışları, tabi tutulduğu denetim süresi içerisinde olumlu bulunduğu takdirde suçlu için bir mahkûmiyet kararı verilmemektedir. Böylece deneme süresini başarıyla geçirmiş bulunan, damgalama süreci dışına çıkarılmakta, bir yargı kararına muhatap olmamaktadır. Bu kurum, çağdaş ceza hukukunun amaçlarından biri olan kişiyi mümkün olduğu kadar damgalamamayı ve toplum ile uyum sağlanmasını gerçekleştirici bir uygulama niteliğindedir.”


Ceza yargılaması sonucu verilen mahkûmiyetin “Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılması” ile sonuçlandırılması durumunda ortada kişi hakkında kesinleşmiş bir mahkûmiyet hükmü bulunmamaktadır. Zira Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 231. maddesinin 5. fıkrasının son cümlesinde hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumu; “Kurulan hükmün sanık hakkında bir hukuki sonuç doğurmaması” olarak tanımlanmıştır. Bu karar verildiğinde, halen derdest ve kesinleşmemiş bir hüküm bulunmaktadır. Diğer bir ifadeyle yargılanan kişinin sıfatı “hükümlü” değil, sanık olarak kalmaya devam etmekte ve herhangi bir hak yoksunluğuna da sebebiyet vermemektedir. Geri bırakma kararı ile yargılama şarta bağlı olarak bir süre askıya alınmaktadır. Denetim süresinde şarta uyulmazsa yargılama devam edecek ve hüküm aleniyet kazanarak, istinaf/temyiz edilebilir hale gelecek, bu süre iyi halli geçirildiğinde ise düşme kararı verileceğinden hüküm, tümüyle ortadan kaldırılacaktır. HAGB kararı ile ceza yargılaması askıya alındığından açıklanması geri bırakılan mahkûmiyet kararına dayanılarak başka hiçbir hukuki tasarrufta bulunulamaz.


Nitekim Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 01.02.2012 tarihli 2011/19-639 Esas, 2012/30 Karar sayılı ilamında; “HAGB kararı kesin bir mahkûmiyet anlamında değildir. Bu sebeple (maddi olgunun belirlenmesi yönünden) ortada ceza hukuku anlamında kesinleşmiş bir mahkûmiyet hükmü bulunmadığından hukuk hâkimini bağlamayacaktır.” demek suretiyle bu hususa işaret etmiştir. Şu halde kanundan kaynaklanan hukuki sonuç doğurma yasağı ve bu kurumun niteliği karşısında, hakkında kesinleşmiş mahkûmiyet hükmü bulunmayan sanığın suçlu olarak kabul edilmesi ve hukuki yaptırımlara tabi tutulması, HAGB kurumunun düzenlenme amacın aykırılık teşkil etmektedir.

HAGB KARARLARININ HUKUK DAVALARINA ETKİSİ


6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun ceza hukuku ile ilişkisinde kenar başlıklı 74. maddesinde; “Hâkim, zarar verenin kusurunun olup olmadığını, ayırt etme gücünün bulunup bulunmadığı hakkında karar verirken ceza hukukunun sorumluluk ile ilgili hükümleriyle bağlı olmadığı gibi ceza hâkimi tarafından verilen beraat kararı ile de bağlı değildir. Aynı şekilde ceza hâkiminin kusurunun değerlendirilmesine ve zararın belirlenmesine ilişkin kararı da hukuk hâkimini bağlamaz.” denmiştir. İki mahkeme (ceza ve hukuk) arasındaki ilişki genel itibari ile değerlendirildiğinde; iki mahkemenin farklı yargılama sistemlerine sahip olması, delil takdiri noktasında farklı sistemlerinin olması ve sorumluluk kaynağının farklı olması nedeniyle iki mahkeme arasında böyle bir bağımsızlık öngörülmüştür.

HAGB kurumu, sanık hakkında hüküm kurmayı şarta bağlı olarak kanunda öngörülen 5 yıllık denetim süresi boyunca askıya almaktadır. Bu sebeple ceza hukuku anlamında kesinleşmemiş maddi olgudan yoksun karar, diğer yargı kollarındaki mahkemeleri bağlamamalı ve bu karara dayanılarak hüküm kurulmamalıdır. Hakkında HAGB kararı tesis edilen sanık hakkında görülmekte olan hukuk yargılamasında, kesinleşmemiş HAGB kararına dayanılarak sanığın suçlu olduğunun kabulü ile yargılama yürütülmemeli ve HAGB kararına dayanılarak hüküm tesis edilememelidir. Nitekim Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 231. maddesinin 5. fıkrasında yer alan HAGB, kurulan hükmün sanık hakkında bir sonuç doğurmamasını ifade etmektedir. HAGB kararı veren yargıçta sanığın suçlu olduğuna dair bir kanaat oluşsa da bu bir hüküm biçimini almadığı için kesinleşmiş bir mahkûmiyet kararı ortaya çıkmamaktadır. HAGB kararı ile sanığın suçluluğu sübuta ermediği için bu karar esas alınarak hukuk davalarının sonuçlandırılması masumiyet karinesi açısından sorun teşkil edecektir.


Yargıtay 4. Hukuk Dairesi’nin 18.09.2017 tarih ve 2017/2801 Esas ve 2017/4714 Karar Sayılı ilamında; “… dava konusu olay sebebiyle davalı, davacıya yönelik hakaret suçunu işlediği gerekçesiyle yargılanmış ve 2 ay 27 gün hapis cezası ile cezalandırılması yoluna gidilmiş ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiş ve anılan karar itiraz edilmeksizin kesinleşmiştir. Davacı olay tarihinde davalı S.K’un taziye evinin bahçesinde kendisine hakaret etmesi sebebiyle kişilik haklarının ihlal edildiğini ileri sürerek, manevi tazminat isteminde bulunmuştur. Davalı, davanın reddini savunmuştur. Mahkemece davacını kişilik hakkına saldırı olduğu gerekçesiyle, davanın kabulüne karar verilmiştir. CMK’nun 231/5 maddesi uyarınca; “Hükmün açıklanmasının geri bırakılması, kurulan hükmün sanık hakkında bir hukuki sonuç doğurmamasını ifade eder.” Ceza Mahkemesinin hükmün açıklanmasının geri bırakılması ile sonuçlanan kararı, kesinleşmiş bir mahkûmiyet niteliğinde olmadığı gibi TBK’nun 74. maddesi anlamında hukuk hâkimi yönünden bağlayıcılığı da yoktur. Ceza dosyasının incelenmesinde, ceza mahkemesince hangi ifadelerin hakaret suçunu oluşturduğu, davalının leh ve aleyhine tanık beyanlarının hangisine üstünlük tanındığı, hangi tanık beyanına neden itibar edildiği de tartışılmadan, genel ifadelerle davalının cezalandırılmasına karar verilmiştir. Olayın akabinde sıcağı sıcağına Savcılık soruşturmasında alınan ilk tanık ifadeleri ve yargılama sırasında dinlenen tanık ifadelerinin birlikte değerlendirilmesinde, davalının davacıya yönelik hakaret mahiyetinde söz ve davranışının varlığının sübut bulmadığı anlaşılmaktadır. Yukarıda anılan kanun hükmü gereği, açıklanması geri bırakılan mahkûmiyet hükmünün hukuk hâkimi yönünden bağlayıcılığı da yoktur. Şu halde mahkemece yukarıda anılan olgular gözetilerek, davalı yönünden davanın reddine karar verilmesi yazılı şekilde hüküm tesisi ile davalının manevi tazminat ile sorumlu tutulmuş olması doğru olmamış ve kararın bu sebeple bozulması gerekmiştir.” denmek suretiyle HAGB kararlarının, kesinleşmiş bir mahkûmiyet hükmü niteliğini taşımaması sebebiyle hukuk davalarını bağlamayacağı hüküm altına alınmıştır.


HAGB KARARININ İNSAN HAKLARI YÖNÜNDEN DEĞERLENDİRİLMESİ


Masumiyet karinesi, kişinin suç işlediğine dair kesinleşmiş bir yargı kararı olmadan suçlu olarak kabul edilmemesini güvence altına alır. Bunun sonucu olarak kişinin masumiyeti asıl olduğundan suçluluğu ispat külfeti iddia makamına ait olup kimseye suçsuzluğunu ispat külfeti yüklenemez. Ayrıca hiç kimse, suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar yargılama makamları ve kamu otoriteleri tarafından suçlu olarak nitelendirilemez ve suçlu muamelesine tabi tutulamaz. Bu duruma bağlı olarak ceza yargılamasına konu olan ve hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilen fiillerin de sabit olduğuna karar vermek uygun değildir. Özellikle hükmün açıklanması kararı verebilmek için yargılama yapan hâkimin, sanığın suçlu olduğu kanaatine vardığı, o nedenle artık hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verildiği, şeklindeki bir yaklaşımla karine olarak yahut bir varsayımdan hareketle o fiillerin sabit olduğu sonucuna varmak hatalı olacaktır.


Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı, yukarıda belirtilen masumiyet karinesi açısından değerlendirildiğinde; her ne kadar hâkimde sanığın suçlu olduğu konusunda bir kanaat oluşmuş ise de bu kanaat bir hüküm olarak açıklanmamaktadır. HAGB kararının sanık hakkında hiçbir hukuki sonuç doğurmaması, kişinin masumiyet karinesinden yararlanmaya devam edeceği anlamını taşımaktadır. HAGB kararı ile kişinin suçluluğu kesin olarak sübuta ermediği için bu kararın esas alınarak sanığı suçlu göstermeye yönelik eylem ve kararlar, masumiyet karinesinin ihlalini teşkil edecektir.


HAGB kararı esas alınarak hukuk davasının sonuçlandırılmasının masumiyet karinesine aykırılık oluşturduğuna yönelik Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin 4062/07 başvuru numaralı ve 28.02.2012 tarihli Fazıl DİRİ-Türkiye kararı şu şekildedir;


Başvurucu Fazıl DİRİ, Trabzon’da bir bankada güvenlik görevlisi olarak çalışmaktadır. İki şube arasında nakil sırasında 10.000 Avro kadar bir para kaybolmuş, başvurucu aleyhine 23.07.1998 tarihinde emniyeti suiistimal iddiasıyla kamu davası açılmıştır. 22.12.2003 tarihinde İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi’nce başvurucu suçlu bulunmuş fakat 22.10.2000 tarihinde yürürlüğe giren 4616 sayılı kanun uyarınca başvurucu hakkında hüküm verilmemesine ve yargılamanın ertelenmesine karar verilmiştir. Başvurucu, aklanamadığı gerekçesiyle 13.02.2004 tarihinde temyize gitmiştir. Temyiz aşamasında Yargıtay, kesinleşmiş kararın olmadığına, dolayısıyla temyiz yolunun kapalı ancak itiraz yolunun açık olduğuna hükmetmiştir. Diğer taraftan banka tarafından 30.08.1998 günü Trabzon İş Mahkemesi’nde açılan davada, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi’nin başvurucunun suçu işlediği yönündeki tespitine dayanılarak paranın geri ödenmesine karar verilmiştir. Bu karar 2005 yılında faiz hesaplaması konusundaki bozma dışında işten atılması nedeniyle Yargıtay’ca onanmış ve kesinleşmiştir.


30.08.1998 tarihinde iş akdi feshedilen başvurucu Trabzon İş Mahkemesi’nde işten atılması nedeniyle tazminat davası açmıştır. Dava 21.09.2004 tarihinde reddedilmiştir. Yargıtay 26.05.2005 başvurucunu şahitlerinin dinlenilmemesi, bilirkişi raporlarının alınmaması ve yalnızca İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi kararına itibar edilerek dosyanın incelenmiş olması gerekçesiyle kararı bozmuştur. İş Mahkemesi kararında direnmiş ve Yargıtay 01.08.2006 tarihinde kararı onayarak tazminat talebini reddetmiştir.


AİHM kararını 34. paragrafında, Ağır Ceza Mahkemesi kararının kesin hüküm içermediği, Yargıtay’ın temyizi ret kararına ve 4616 sayılı Kanun’a dayanılarak ifade edilmiştir. Kesin hüküm içerse bile bu hükmün bir mahkûmiyet olmadığını vurgulamıştır. Başvurucuya İş Mahkemesi’nce hükümlü muamelesi yapılması hukuksuz bulunmuştur.


AİHM, sözleşmenin 6/2 maddesinde belirtilen masumiyet karinesinin ihlal edildiğine ve toplamda 4.000 Avro tazminata hükmetmiştir.


Yukarıda emsal olarak gösterilen AİHM kararından da görüleceği üzere, HAGB kararları kesin hüküm içermediğinden, HAGB kararının esas alınması, hukuk yargılamasını yürütülerek sanık aleyhine hüküm tesis edilmesi masumiyet karinesinin ihlal edilmesine sebebiyet vermekle birlikte HAGB kurumunun düzenlenme amacı ile de bağdaşmamaktadır.

Av. İrem ARSLAN

9.592 görüntüleme

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page